Message
Duyularımız vasıtasıyla çevremizden edindiğimiz bilgiler ile, genetik faktörlerimizin bugüne kadar getirdikleri ve o yaşa kadar elde ettiğimiz anılarımızdan (hafıza) yaptığımız çağrışımlarla, sahip olduğumuz bilincimiz, özgür düşüncenin ne derece ölçütü olabilir? İrademize ne derece hükmedebiliyoruz? Aldığımız kararların bize ait olduğundan ne derece eminiz?
Yarım yüzyıldan biraz önceki bir zamanda, epilepsi (sara) hastalarını bu hastalıktan kurtarmanın bir yolu, beynin iki yarım küresini birbirinden ayırmaktı. Bu, o zamanlar için uygun bir metot olarak görülmekte idi.
Bilindiği üzere beynimiz, iki yarım küreden meydana gelmekte olup, her yarı küre, birbirleri ile beynin orta kısmında, milyonlarca sinir uzantılarının bir araya gelerek oluşturdukları ve corpus callosum adı verilen sinir demeti vasıtasıyla iletişim kurmakta ve eşgüdüm sağlamaktadır. Epilepsiyi ortadan kaldırmak için bu sinir demetinin kesilmesinin sebebi, epilepsi nöbetinin altında yatan ve nöronlarda (sinir hücresi) denetim altına alınamayan biyoelektiriksel boşalmayı, öbür yarıküreye geçmeden önleme düşüncesiydi. Bir başka deyişle, bu operasyonla beyni iki yarım küreye ayırmak demek, bir yarı kürenin yaptıklarından, diğerini habersiz bırakmak anlamına gelmekteydi. Bahsedildiği üzere, corpus callosumun kesilmesi, epilepsiyi önler görünmüştür. Ancak buna mukabil, kişide bazı gariplikleri de beraberinde getirmiştir.
Ayrık beyin deneyleri ile Nobel ödülü kazanan nörolog Roger Sperry’nin yaptığı deneylere geçmeden önce, konumuzla ilgili olduğu için görme eyleminin gözümüzde ve beynimizde nasıl gerçekleştiğini kısaca açıklamaya çalışalım.
Bilindiği üzere, gözlerimizde, retina denen yere düşen görüntüler, daha sonra işlenmek üzere, beynimizin arka tarafında bulunan ve oksipital lop denen yere gider. Tabii ki, her ne kadar gözümüzdeki retinaya foton (ışık parçacıkları) düşerek görüntü oluşsa da, retinadan itibaren bu görüntüler, beynin arka tarafına giderken; elektrik darbeleri, impulsları, atınımları şekline çevrilmektedirler. Bu cümlelerden de anlıyoruz ki, gözlerimizin bizzat kendisi, ne kadar sağlıklı olursa olsun, görüntü sinyallerini işleyen oksipital lobdaki bir hasar, görmemizi engelleyecektir.
Yine, bilindiği üzere, bir görüntü kaynağına ait ışık, herhangi bir mercekten geçtikten sonra, çevrilerek, merceğin arkasındaki perdeye ters bir görüntü olarak düşer. Dolayısıyla, görüntü kaynağından gelen ışık huzmeleri de, gözümüzün merceğinden geçerek retinada (gözümüzde görüntünün oluştuğu yer) ters bir görüntü oluşturur.
Diyelim ki, karşımızda, şekilde olduğu gibi, yan yana duran bir köpek bir de kedi bulunsun. Biz, köpek ve kedinin arasında ve orta bir yerine (köpekle kedi arasında olduğunu varsaydığımız kırmızı noktaya) gözümüzü hiç oynatmadan sabit tutarak baktığımızda, bunlara ait görüntüler, gözlerimizin retina denen kısmında ters olarak oluşurlar. Şekilde de görüldüğü gibi, köpek görüntüsü sağda, kedi görüntüsü solda olmak üzere, her bir gözün aynı taraflarında ve ters olarak oluşurlar.
Şimdi, her bir gözümüzdeki retinayı tam ortadan ve düşey bir çizgi ile ikiye böldüğümüzü düşünelim. Bu durumda, her bir gözümüzdeki düşey çizginin bir tarafında köpeğin görüntüsü, diğer tarafında da kedinin görüntüsü kalmış olur. Buradan itibaren bir gariplik başlar. Gariplik şudur. Her bir gözümüzdeki görüntünün tamamı, beynimizin her iki yarım küresine de gitmez. Ya ne olur? Eğer, kırmızı ve mavi çizgileri göz sinirleri olarak dikkate alır ve beyin yarıkürelerine (görüntünü sinyallerinin işlendiği oksipital loblar) gittiği yollara bakarsak, her iki gözümüzün retinası üzerindeki köpek görüntüsü beynimizin sağ yarıküresine giderken, (mavi çizgiler), kedi görüntüsü de, beynimizin sol yarıküresine gider. (Kırmızı çizgiler). Bir başka deyişle, gözümüzün retinasının bu özelliğinden dolayı her iki gözümüzdeki köpeğe ait görüntüler sadece beynimizin sağ yarıküresine oluşurken, her iki gözümüzdeki kedi görüntüsü ise, beynimizin sol yarıküresinde oluşur. Dolayısıyla, ilk etapta, sağ yarı küre sadece köpekten haberdar olurken, sol yarıküre ise sadece kediden haberdar olur. Peki, tam da burada sorulacak soru şudur. Her bir yarıküre, hem kediden, hem de köpekten nasıl haberdar olur? İşte bu haberleşmeyi, yukarıda bahsettiğimiz ve beyni birbirine bağlayan sinir ağları olan corpus callosum sağlar. Gözümüzün retinasının bize oynadığı oyun, (retinanın, görüntüyü, düşey olarak ikiye bölerek, beyin yarım kürelerine göndermesi kastediliyor) corpus callosum vasıtasıyla (iki yarım küre arasındaki haberleşmeyi sağlaması ile) düzeltilmiş olur.
Ancak burada şunu önemle belirtelim. Göz sinirleri (şekildeki mavi ve kırmızı yollar), corpus callosumun kesilmesinden etkilenmezler. Çünkü, iki yarım küreyi birbirinden haberdar eden sinir demetleri olan corpus callosum ile gözlerden çıkıp da beynin yarı kürelerine giden sinirler başka başka yolları takip ederler. (Biz bu yazıdaki konumuzda sadece, corpus callosumun kesildiğini ancak göz sinirlerinin kesilmediği düşünüyoruz. Aksi halde, göz sinirleri kesilen kişi zaten, corpus callosumu kesilmemiş dahi olsa, hiçbir şeyi göremezdi)
Şu halde, corpus callosumu kesilen bir kişi ne görür? Şekilden de anlayacağımız üzere, beynin her iki yarım küresini birbirinden haberdar eden sinir lifleri kesildiği için, bir yarı küre, sadece ve sadece köpekten haberdar iken, diğer yarı küre sadece kediden haberdar olur.
Şimdi, corpus callosumu kesilen kişinin önündeki köpeği ortamdan uzaklaştıralım. Karşımızda sadece kedi kalsın. Kişinin, yine kedi ile köpek arasındaki aynı yere (kırmızı noktaya) baktığını düşünelim. Bu durumda, beynimizin sol yarıküresi bir kedi gördüğü halde, sağ yarıküresi kediyi göremez. Dolayısıyla siz, kişinin, sadece ve sadece beyninin sağ yarıküresinin görüp okuyabileceği şekilde, “Kediyi görüyor musun?” diye sorduğunuzda kişi de “Ne kedisi? Ortalıkta kedi yok ki!” diye cevap verecektir.
Deneylerde, ayrık beyinli kişiye sadece yazı yazarak komut verilir. Çünkü, komutlarımızı sözel olarak verir, denek de sözel olarak cevaplarsa, her iki yarıküre, komutları kulak yolu vasıtasıyla duyacağı ve haberdar olacağı için yapmaya çalıştığımız deney anlamsız kalacaktır.
Şimdi gelelim deneyimize. Deneyde, epilepsiyi önlemek amacıyla operasyon yapılmış ayrık beyinli kişiye, bu deney için özel hazırlanmış bir düzenekle, bir perdeye, beynin sadece sol yarı küresinin algılayacağı şekilde, “YÜRÜ” komutu yazılı olarak yansıtılır. Sol yarı küre, aldığı bu komutu yerine getirir ve kişi, oturduğu yerden kalkarak odanın kapısına doğru yürür. Ancak, yukarıda açıkladığımız nedenlerden dolayı sağ yarıküre komuttan habersizdir. Daha sonra, kişi tekrar, düzeneğin yanına getirilir ve bu defa kişiye, perdede ve yazılı olarak, beynin sadece sağ yarıküresinin algılayacağı şekilde “NEDEN YÜRÜDÜN?” diye sorulduğunda kişi “MEŞRUBAT ALMAK İÇİN” veya “CANIM BİRAZ DOLAŞMAK İSTEDİ” veya benzer cevaplar verir.
Başka bir deneyde, corpus callosumu kesilmiş deneğe, beynin sol yarıküresi görebilecek şekilde bir TAVUK resmi gösterilir. Sonra, yine sadece sol yarıkürenin görebileceği şekilde masanın üzerinde duran bir sürü resim arasından tavuk ile ilgili bir resmi bulması istenir. Kişi de, birbirinden bağımsız resimler arasından, tavuk ile ilgili olan PENÇE resmini bulur. Daha sonra, beynin sadece sağ yarıküresinin görebileceği şekilde KAR MANZARASI gösterilir. Bu defa, yine beynin sağ yarıküresinin görebileceği şekilde, masa üzerinde dağınık halde ve birbirinden bağımsız resimler arasından kar manzarası ile ilgili bir resmi bulup seçmesi istenir. Kişi de, resimler arasından, bir KÜREK resmini bulup seçer. Görülmektedir ki, her iki yarım küre doğru seçimi yapmışlardır. Sonra da deney gereği, “kar manzarası” resmi hariç olmak üzere, tavuk, pençe, ve kürek resimleri kişinin önüne konur ve tavuk resmi ile bağlantılı olarak pençe resmini seçen sol yarıkürenin görebileceği şekilde, bir yazı ile şu soru sorulur.
“TAVUK İLE İLGİLİ OLARAK PENÇE VE KÜREK RESİMLERİNİ NEDEN ŞEÇTİN?”
Ayrık beyinli kişi şu cevabı verir.
“PENÇE RESMİNİ SEÇTİM, ÇÜNKÜ TAVUKTA PENÇE VARDIR. KÜREK RESMİNİ SEÇTİM, ÇÜNKÜ TAVUK, DIŞKISI İLE KÜMESİNİ KİRLETİR. BU DIŞKILARI KÜREMEK İÇİN DE KÜREK GEREKİR”.
Deneyden de anlaşılmaktadır ki, kürek, beynin sağ yarı küresi tarafından seçilmiş olup, sol yarı kürenin bundan haberi yoktur. Ancak buna rağmen sol yarı küre, kürek için bir anlam üretmiştir.
Bu deneylere baktığımızda, birinci deneydeki “MEŞRUBAT ALMAK İÇİN YÜRÜDÜM” cevabı kadar, ikinci deneyde verilen “KÜREK RESMİNİ SEÇTİM, ÇÜNKÜ TAVUK, DIŞKISI İLE KÜMESİNİ KİRLETİR VE BU DIŞKIYI KÜREMEK İÇİN DE KÜREK GEREKİR” cevapları, gerçekle alakası olmayan “uydurma” cevaplardır.
Hemen şunu söyleyelim ki, yukarıdaki deneye tabi tutulan kişiler, zihnen yani akıl yürütme ve zekâ bakımından “hasta değillerdir” Akıl yürütme bakımından sağlıklı insanlar kadar akıl yürütebilmektedirler. Deneye katılan ayrık beyinli kişiler, sorulan sorulara verdikleri cevaplardan emindirler, cevaplarını, çevrelerini inceleyerek ve o an o davranışı neden ürettiklerine bir anlam üretmek için inanarak vermişlerdir.
Normal davranışlarımız dikkate alındığında, beynin, bir evvelki düşüncesi ile bir sonraki ürettiği düşüncenin genel olarak tutarlı olması gerektiğini, kendisi ile çelişkiye düşmemesi gerektiğini söyleyebiliriz. Burada, şöyle bir itiraz gelebilir. Ayrık beyne sahip bir kişinin kararın doğru ve geçerli olamayacağı dolayısıyla ancak ayrık olmayan bir beyne sahip olan kişinin aldığı kararların bilince dayalı olabileceğidir. Bu pek doğru değildir. Ayrık olmasa da, alınan kararda, bir yarı kürenin diğer yarı küreye baskın olduğu zamanlar, bilincimizden bahsetmek ve aldığımız kararların bir kısmını, tutarlılık adına uydurma argümanlar ile zihnimizde yaratarak almadığımızı nasıl ispat edebiliriz? Çünkü, ayrık olan beyin yarıküreleri kadar, ayrık olmayan beyin de sebep sonuç ilişkilerine göre karar almaktadırlar. Kaldı ki, yukarıdaki yarı kürelere, matematik, mantık ve benzeri sorular sorulduğunda, akıl yürütme ve zeka bakımından, en az bizim kadar sağlıklı cevaplar alacağımızı da ilave edelim.
Peki, beyin “Meşrubat, almaya gitmek” veya “seçtiği küreği, ne için seçtiğini” söylerken, beyin hangi verilere dayanarak bu sonuçları çıkartmaktadır? Yarı küreler, sahip olmadığı bilgilerle nasıl olup da bir anlam üretmektedir? Diyebiliriz ki, beyin anlam üretmek için, olaya sebep olan verilere yani asıl nedeni bilmeden de (Yürü komutu kastediliyor), yani bilmediği bir nedenin sebep olduğu olayın o andaki verilerine bakarak bir anlam üretmektedir. Çünkü, sol yarıküre, aldığı “YÜRÜ” komutu ile kapıya kadar yürür ve bu yürüme nedeninin aldığı komut olduğunu bilip, yürümesini bu komuta bağlayıp anlamlandırırken, sağ yarı küre ise, komuttan habersiz ama sadece yürüme faaliyetinden haberdardır. Yani, sağ yarıkürenin elinde, sadece yürüdüğüne dair bir bilgi vardır. Sağ yarı kürenin kendisi, bir işi nedensiz yapmayacağı düşüncesi ile, sadece yürüme eylemine bağlı olarak anlam üretir ve “Canım biraz dolaşmak istedi” veya “Meşrubat almak için kalkmıştım” şeklinde anlam üretir. Özetle, sağ küre, bilebileceği sonuca bakarak (yürüme eylemi), bunun nedeninin ne olduğuna dair zihninde bir sebep yaratır ve buna inanır. “Canım biraz dolaşmak istedi”
O halde, beynimiz, gerçekliğe ait bir sürecin herhangi bir safhasında elde ettiği bir bilgiyi işlemesi ile anlam üretmektedir. Tabii ki burada “Anlam üretme” derken, yukarıdaki deneylerde de görüldüğü üzere, gerçekliğe dair mutlak bir anlam söz konusu değildir. Demek ki beynimiz, gerçekliğe ait de olsa, olmasa da bir şekilde bilgi işlemek üzere gelişmiştir. Beynimize giren her veri, ister doğru ister yanlış olsun, zihnimizdeki en uygun verilerle karşılaştırarak, bir sonuç çıkarmaya çalışır ve de bunu bize dikte eder. Beynimiz kendisine giren her veriyi, biz istesek de istemesek de işlemek durumundadır. Çünkü, beynimizdeki nöronlar, devamlı olarak veri işlemek üzere konfigüre olmuşlardır (konumlanmışlardır). İşlemeyen bir nöronun, beyinde bir işi yoktur. Beynimizdeki nöronlar, kendisiyle bilgi alışverişinde bulunmayan nöronlar ile bağlarını kopartırlar.
Bunun en güzel örneği, küçükken, gözlerindeki bir araz nedeni ile göremeyen çocukların, gözlerindeki arazı ameliyatla gidermek için büyümelerinin beklenmesiyle ortaya çıkmıştır. Belli bir yaşa gelip de, gözlerindeki araz giderilen çocuklar, ameliyat sonrası dahi görememişlerdir. Çünkü, beyin, uzun bir süre kullanılmadığına karar verdiği görme nöronları arasındaki iletişimsel enerjinin boşa gitmemesi ve bu bağlantıları boş yere besleyerek varlığını sürdürmesi yerine, bağları kopartarak görme sinirleri için tahsis edilen enerji ve besini, beynin başka yerlerinde kullanarak tasarruf etmiştir. Görülüyor ki, görüntü, gözün retinasına sağlıklı bir şekilde düştüğü halde, bu görüntüleri işleyecek sinirsel bağlantılar artık yok olmuşlardır. Buradan da anlıyoruz ki, nöron bağlantılarının kopması, sadece beynin yaşlanmasına bağlı kalmadan, ilgili bölgenin kullanılmaması sonucu olarak da devre dışı kalmaktadırlar.
O halde beyin, çevreden aldığı ve kendince uygun gördüğü verileri, zihnimizdeki evvelki bilgilerle tutarlı bir şekilde işlemek durumundadır. Tabii ki, verilerin işlenmesi esnasında beynin yeni çıkarsamaları, yukarıdaki deneyde, “meşrubat almaya gitmek için yürüdüm” ifadesinde görüldüğü gibi yanlış çıkarsamalar da olabilir. Yani, her çıkarsamanın doğru olması gerekmemektedir. Kaldı ki, yarıküre, kendisi için en uygun çıkarsama yaptığına inanmaktadır.
Beynin, elde ettiği bilgiyi, şu veya bu şekilde işlemeye ihtiyaç duyması hatta zorunlu olması; büyük bir olasılıkla, kendi varlığını ve dolayısıyla kendisini yaşatan vücut ve diğer organları, hayatta tutmak adına, çevreye uyum sağlamak dolayısıyla tehditlerden uzak kalmaya yönelik bir davranışı olmalıdır. İçinde barınmak için ev yapmak veya satın almak; araba, bilgisayar imal etmek; okula gitmek, gazete okumak, Ay’a veya Mars’a uzay aracı göndermek beynin asli görevleri arasında değildir. Aslında bu tür teknolojik ve entelektüel faaliyetlerin; çevreye uyum sağlamak gibi görünen ama beynimizdeki merakı giderme ihtiyacını karşılayan zihinsel bir zenginlik, bir lüks olduğu da söylenebilir. Eleştiriye açık gibi görünen bu cümle desteğini, Jeff Hawkins’in, “Zekâ: Beyin nasıl çalışır? Nasıl düşünür?” isimli kitabındaki bir cümlesinden almıştır. Aklımda kaldığı kadarıyla şöyle demektedir. “Bir çocuğu, ders çalışması için bir masaya oturttuğumuzda, ders çalışmamak adına, masadan kalmasını endişe ile karşılamamalıyız. Çünkü onun beyni, masa başında oturup, ders çalışmak için evrilmemiştir. Dolayısıyla, avcı toplayıcı günlerden kalma bir içgüdü göstergesi olarak, oyun oynamak, koşmak; ondan beklememiz gereken doğal davranış olmalıdır.”
Bu kadar sözden sonra, biraz hayal kurmanın fazla zararı olmayacaktır sanırım. Bir an için tüm insanların, Dünya’ya ayrık beyinli olarak geldiğini düşünelim. Belli bir yaştan sonra da (diyelim ki yirmi yaş olsun) beynimizin yarı kürelerinden biri kendini yok etsin. Yaşamımızın geri kalan kısmını da diğer yarı küre ile geçirdiğimizi varsayalım. Bu durumda, yirmi yaşından sonra, şimdiki mevcut yarıküremizde olan, ancak yok olan yarı küremiz vasıtasıyla işlenen ve neden yaptığımızı kendi gerçekliğiyle bilmeden edindiğimiz bilgileri nasıl anlamlandırır ve hayat sürerdik dersiniz? Bir başka deyişle, yaşayabileceğimiz tüm olayları, yok olan beynimiz vasıtasıyla yaşadığımız ama şimdiki sahip olduğumuz beyin yarıküremizin bundan bihaber olduğu bir durumda, geçmiş yaşadıklarımızı, neden yaptığımız konusunda, sebep-sonuç ilişkilerini nasıl kurar ve nasıl bir hayatımız olurdu acaba? (“Yürü” talimatından haberdar olmayan ama sadece “yürüme eyleminden” haberdar olan yarı küreyi hatırlayınız). Evlendiğimiz eşimizle, neden evlendiğimizi sorar mıydık? Neden o işte değil de bu işte çalışıyor olduğumuzu sorgular mıydık? Kendini yok eden beynimiz vasıtasıyla yaptığımız bir hırsızlıktan veya işlediğimiz bir cinayetten sorumlu tutulur muyduk? Bu cinayet veya hırsızlıktan sorumlu tutulmasak da, kendi vicdanımız yakamızı bırakmaz mıydı? Dedik ya, birazcık kurgudan zarar gelmez diye.
Bu aşamada tekrar sormak gerekir. Bilinç dediğimiz şey nedir? Sebep-sonuç ilişkilerini doğru yaptığımızdan nasıl emin olabiliyoruz? Aldığımız kararlarda ne kadar özgürüz? Bazen hayatın anlamı nedir diye kendimize sorarız. Sizce de, “hayatın anlamı(!)”, , maddenin (evrenin) biraz zorunlu biraz da tesadüfi akışı içinde, beynimizin kendi kurgusu olup, sanki hayatın bir anlamı varmışçasına bu kurgusunu kendimize aratma ve ispatlatma dayatması olabilir mi?
Kaynaklar:
Psikolojiye Giriş, Rita L. Atkinson, Richard C. Atkinson, Arkadaş Yayınevi. sh 57
Boş Sayfa, Steven Pinker, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, sh. 62
http://tanrivarmi.blogspot.com.tr/2012/10/beynimiz-ve-biz-3-ayrik-beyin-ve-bilinc.html?m=1
Yarık beyin vakası, beynin yarısı ateist diğer yarısı tanrıya inanıyor