Message
Beyin sürekli olarak düşünen ve dolayısıyla aktif olan bir organdır. Bir şeye niyet etmek de bir düşünce aktivitesidir ve yapılan her bir davranış, niyet ile başlayan bir düşüncenin işleme konulmasıdır. Çünkü beyinde oluşan bir düşünce ya:
Otonom sistemin otomatik olarak ve biz farkında olmadan olan iç organları çalıştırması, vücut hareketliliği sırasında olduğu gibi, düşüncenin duygusal düzeni etkilemesi yolu ile de gerçekleşmektedir. İşte bu yol sayesinde kalbin atım sayısı, solunum şeklimiz ve tansiyon durumumuz ile terleme ve cinsel organların aktif olması sağlanmış olur. Dolayısıyla düşüncenin yansımaları her insanda farklı olacağı halde, beyindeki düşüncenin oluştuğu bölgeler ve oluşan işlemler tüm insanlarda aynıdır.
Böylece tüm insanlarda düşüncenin beyindeki kalıpları aynı, yansımaları ise her insanda, ırkta ve toplumda farklı olmaktadır. Bu yansıma farklılıkları, toplumların ortak davranış biçimlerine, geleneklerine, kişilik yapılarına ve konuştukları dillerine göre gerçekleşir. Fakat bu yansımaların beyindeki temel kalıpları ve düşünce enerjisi şekli aynıdır. Buna göre de insan neslinin ortak dili, ağzımızdan çıkan kelimeler ve konuşulan dil değil, düşünce enerjisidir.
Mevlana, bu farklı dil konusunu Mesnevi’sinde şu dizesi ile çok güzel açıklamıştır; “Dünyada nice diller var, nice diller, ama hepsinde de mana bir, anlam bir.”
Allah, niyete çok önem verdiğini ve dil sürçmesini bir niyet olarak kabul etmediğini belirtmekte, fakat niyet de olsa düşüncenin bilgisi dahilinde olduğunu ve bu niyeti de değerlendirmekte olup buna göre de bağışlama veya cezalandırma işlemini uyguladığını açıklamaktadır (Bakara-225: Allah sizi, kasıtsız/dil sürçmesi sonucu/niyetli olmaksızın yaptığınız yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz, fakat içten ve niyetlenerek olan yeminlerden sorumlu tutar. Allah çok bağışlayandır, halimdir, hemen cezalandırmaz, mühlet verir. Bakara-284: İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Ali İmran-167: Onlar, o gün imandan çok küfre yakındılar, ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı, Allah onların kalplerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir.) Yine Maide-89 ayetinde bilinçli yapılan bir yemin ve söz için kefaret konusunu açıklamaktadır (Maide-89: Allah, bilmeyerek yaptığınız boş yeminlerinizden sizi sorumlu tutmaz. Ancak bile bile kendinizi bağladığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bunun da kefareti çoluk-çocuğunuza yedirdiğinizin orta derecesinden on fakiri doyurmak yahut giydirmek veya bir köle azad etmektir. Bunlara gücü yetmeyen üç gün oruç tutar. İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin kefareti bu! Bununla beraber, yeminlerinizi gözetin. Allah size hükümlerini böylece açıklıyor ki şükredesiniz.)
Bu nedenle de daima olumlu düşünceler içinde olunmaya çalışılmalı, olumsuz ve korku dolu düşüncelerde ısrarcı olmamalıdır. Çünkü ısrarla düşünülen olumlu veya olumsuz şeyler, bir dağa gönderilen ses gibi o kişiye yansıyacak ve gönderdiği düşünce ile karşılaşması söz konusu olacaktır (etki-tepki).
Dolayısıyla da niyetten başlamak üzere Allah’ın ilahi kayıt sistemlerine ulaşan düşüncenin kendisi değil, düşüncenin enerji dalgaları olmakta, düşüncenin konuşmaya dönüşümü olan ses veya vücut hareketleri yansımamaktadır. Bu nedenle esas önemli olan, aracı konumundaki dil değil, düşünce ve içeriğidir. Tevrat’ta bu konu şöyle geçmektedir (Mezmur 139/2-4: Düşüncemi uzaktan anlarsın. Çünkü dilimde söz yokken işte ya Rab, Sen onu tamamen bilirsin.). Mevlana da bunu şu açıklaması ile vurgulamıştır (Mesnevi-VI: Zerre gibi, düşünceler ve hatıralar da hakikatler güneşinin önünde aşikar olurlar).
Çünkü konuşma dili, evrensel kalıplar halindeki düşünce enerjilerinin, konuşma ve dil hareketleri şeklinde yansıması olmaktadır. Diğer bir ifade ile konuşma dili, düşüncenin bir nevi aynadaki yansımasıdır. Buna göre, eğer konuşulan dile aşırı değer verirsek, yansıma olan hayalin gerçeğini göz ardı etme hatasına düşmüş oluruz.
Mevlana bu gerçeği fark etmiş ve Fih-i Ma Fih’te şöyle açıklamıştır: “Kelimeler, anlamak için kelimelere ihtiyacı olan kişi içindir. Ama kelimelerin aracılığı olmadan anlayabilen bir kişinin kelimelere neden ihtiyacı olsun?”
Yukarıda da belirttiğim gibi her düşünsel aktivite yine bir enerji ile olmakta ve bu enerjinin yaydığı farklı frekanslı akımları söz konusudur. Diğer bir ifade ile düşünmek, beyinde biyokimyasal işlemler ve elektrik enerjisinin sinir hücreleri arasında akışı demektir. Dolayısıyla düşünce fiziksel bir olaydır, beynin yakıt maddesi olarak şeker ve oksijen kullandığı bir aktivitedir ve bu aktivite sırasında frekanslı bir enerji-elektriksel bir akım gerçekleşir. İşte telepati ve önsezi, altıncı his dediğimiz konular, düşünce enerjisinin aktarılabildiğini ve dalgalar şeklinde yayılıp algılanabildiğini kanıtlamaktadır. Yine düşünce enerjisinin konsantrasyonuyla, canlılar üzerinde olumlu ve olumsuz etkiler oluşturulabilmektedir. Örneğin Sovyet telekinezi medyumu Nine Kulagina, fiziksel maddeleri düşünsel gücüyle hareket ettirmekte, bir kurbağanın kalbini durdurup tekrar çalıştırabilmektedir.
Son yıllarda bu gerçek bilgiden yararlanarak düşünce ile çalışan robot ve takma kol yapılmaya başlanmıştır. Almanya’nın Fraunhofer Enstitüsünde Prof.Klaus-Robert Müller ve ekibi tarafından geliştirilen “telepatik daktilo – Brain Computer Interface” diye adlandırılan ve düşünce enerjisini algılayıcı bir yazıcı, elleri kullanmadan beyinden geçen düşünceleri yazıya dökebilecek özelliktedir. 2001 yılında yüksek voltajlı elektrikle kollarını kaybeden 56 yaşındaki Amerikalı Jesse Sullivan’a beynin düşünce enerjisi ile hareket eden, eşyaları kaldırıp, sıcağı da hissedebilen biyonik ve elektronik kol ve el takılmıştır. Yine Washington Üniversitesi Nöroloji Kliniğinde Epilepsi nedeniyle izlenmekte olan bir erkek hastanın, Space Invaders isimli bir bilgisayar oyununu, kafatası ile bilgisayar arasına takılan elektrotlar yolu ile oynadığını belirlemişlerdir. Yine son aylarda henüz niyet düzeyindeki düşüncenin bilgisayar aracılığı ile de ne olduğu kaydedilmeye başlanmıştır.
İşte insan beyninde devamlı özellikteki (uyku dışında) bu düşünsel akımlar vücuttan kafatası, gözler, eller ve ayaklarımız yolu ile çıkar ve elektromagnetik dalga akımları ile birlikte vücuttan etrafa yayılıp dururlar. Düşünce enerjisinin ve elektromagnetik akımların bu yayılma hızını ve frekansının sağlıklı halini, vücudun derisinin dış yüzeyinde az veya çok miktarda bulunan ve enerji kirliliği yapan statik enerji zayıflatmakta ve bozabilmektedir.
Maddesel bedenimiz ve beynimiz ile karşımızdaki kişinin düşüncelerini, yani düşünce ile oluşan enerjileri sözel herhangi bir ifade olmaksızın algılama yeteneğimiz (Telepati) ya yoktur veya çok azdır. Düşündüğümüz kişinin aniden karşımıza çıkması, düşüncenin veya kişinin beyninden ve vücudundan yayılmakta olan enerjinin algılanması olayı da aynı özellikte bir durumdur. Başkasının düşüncesini algılama ve sözcüksüz düşünce dili ile haberleşme yeteneği, az sayıda bazı insanlarda ve ilk 3 yaştaki çocukluk döneminde bulunmakta olup, bizler bu kişileri olağanüstü yetenekli kişiler olarak tanımlar ve gıpta ile bakarız. Çocukluk dönemimizi zaman zaman aramamızdaki nedenlerden biri de belki bu yeteneğimizdir. Halbuki normal diye tanımladığımız insanda olmayan veya nadir bazı insanlarda az veya çok olan bu yetenek, bazı hayvanlarda ve özellikle evcilleştirilmiş köpek ve kuşlarda, yunuslar ve maymunlarda güçlü olarak bulunur. Tam bilmiyoruz ama hayvanlar arası iletişim yollarından biri de belki bu yoldur. Bazı medyum ve falcılar ile özellikle evliya ve ermiş kişilerde de, insanların düşüncelerini algılayabilme ve dolayısıyla düşünce dili, diğer insanlara göre daha gelişmiştir diyebiliriz.
Kaynak : Din ve Beyin - Prof.Dr.Gazi Özdemir