Message
Bilim adamları evrende bağlanmışlığı sadece kuantum dünyasında kabul ettiler; burada da şunu söyleyebiliriz ki, bu cansızvarlıkları kapsıyordu, canlıları değil. Kuantum fizik, atomun en küçük parçacıklarında “Yersizlik” diye adlandırdıkları garip bir özellik keşfettiler. Bu bir elektron parçacığı gibi kuantum bir varlığın, başka bir kuantum varlığı, bir güç ya da bir enerji değişimine ihtiyaç duymadan etkileyebilmesi anlamını taşıyordu. Bunun göstergesi şuydu; bir kuantum parçacığı bir kez bağlandıktan sonra, ayrılsa bile aynı şeye bağlı kalacak ve öyle hareket edecekti, o yüzden birinin hareketi diğerini her zaman etkileyecekti. Bu etkileşimde birbirlerinden ne kadar uzaklıkta bulunduklarının hiçbir etkisi ya da önemi yoktu. Albert Einstein bunun için “uzun mesafelerdeki garip davranışlar” demiştir. Kuantum fiziğe güvenmemesinin belirli sebeplerinden biri de budur ama, 1982 yılından beri bu alanda çok büyük gelişmeler kaydedilmiştir.
Yersizlik fiziğin birçok kalıbının kırılmasına sebep oldu. Madde artık bölünebilir olarak algılanmamaktaydı. Davranışların gözlemlenebilir bölgelerde, gözlemlenebilir sebepleri yoktu. Einstein’ın en önemli aksiyonu doğru değildi: maddenin belirli bir seviyesinde, bir şeyler ışık hızından daha hızlı hareket edebilir. Atomun küçük parçacıklarının izolasyonla hiçbir bağlantısı yoktu, ama onları anlamanın tek yolu aralarındaki ilişkiye bakmaktı. Dünya en temelinde birbiriyle örümcek ağı gibi bağlı ve asla ayrılamaz ilişkiler üzerine kuruluydu.
Bu her şeyin birbirine bağlı olduğu evrenin belki de en önemli parçalarından biri onu gözlemleyen yaşayan varlıkların bilinciydi. Klasik fizikte deneyi yapan kişi ayrı bir varlık olarak alınır ve camların ardından, o orada olsun ya da olmasın evrenin ne yaptığını sessizce izler. Kuantum fizikte bir kuantum gözlemlenmeye veya ölçülmeye başladığı anda olası durumlardan bir tanesini kümeleşerek oluşturur. Bu garip olayları açıklamak için kuantum fizik gözleyen ve gözlemlenen arasında bir ilişki olduğunu açıkladı bu parçacıklar rahatsız edilene kadar evrenin ve zamanın içinde olasılık olarak bulunmaktaydı, gözleme ve ölçümleme eylemi onların bir araya gelmesine sebep oldu ve bu da somutlaşmalarıyla sonuçlandı. Bu şaşırtıcı deney ayrıca gerçekliğin doğası hakkında bilinenleri de yıkmıştı. Gözlemcinin bilincinin, gözlenenin var olmasına sebep olduğunu ortaya koyuyordu bu görüş. Evrendeki hiçbir şey bizim algımızın dışında bağımsız bir şekilde oluşmamıştı. Her günün her dakikasında dünyamızı yaratmaya devam ediyorduk. Fizikçilerin sizi sopaların ve taşların, onları oluşturan parçacıklardan farklı fiziksel kuramları olduğuna inandırmaya çalışması Ed için asıl paradoks görünüyordu. En büyük için bir kural, en küçük için bir kural, yaşayan varlıklar için bir kural, hareketin oluşumu için bir kural, iskeleti tutan parçacıklar için ya da nasıl nefes aldığımıza, kaslarımızın nasıl güç taşıdığına dair kurallar Ed’e anlamsız görünüyordu. Bedenin birçok temel prosesi yemek, sindirim, uyku, seks fonksiyonları aslında hep fizik kurallarıyla yönetiliyordu.
Ama klasik fizik ya da biyoloji nasıl düşündüğümüze dair temel açıklamalar sunamamaktaydı: hücreler kendi aralarındaki organizasyonu nasıl sağlıyorlardı, görebilmemiz için moleküler düzeyde ne kadar proses oluşmaktaydı, aynı genlere ve proteinlere sahip olmalarına rağmen eller neden el, bacaklar neden bacak olmuştu: neden kanser oluyorduk: bizim bu makinemiz mucizevi bir şekilde iyileştirebiliyordu: ve hatta biliyor olmak ne demekti biz neyi bildiğimizi nasıl biliyorduk. Bilim adamları vidalar, civatalar ve çeşitli çarklar hakkında bir dakikada tüm detayları verebiliyorlardı ama bu makineyi çalıştıran güç hakkında ortaya hiçbir şey koymamışlardı. Bedenin küçük parçacıklarını tedavi edebilirlerdi ama hala hayatın gizemi bir soru işareti olarak durmaktaydı.
Kuantum mekaniğinin yasalarının, sadece atomun küçük parçacıklarına, biyoloji ve maddenin özüne değil, aynı zamanda dünyanın tamamına da uygulanabilir olduğu doğruysa, o zaman biyoloji biliminin tüm paradigmaları hala eksik demekti. Newton teorilerinin sonunda kuantum fizikçiler tarafından sarsıldığı gibi, belki Heisenberg ve Einstein’ın buldukları da yanlıştı, ya da sadece kısımsal doğruluklar taşıyordu. Eğer kuantum teori biyolojiye daha büyük bir alanda uygulansa, hücrenin kimyasal sisteminin içindeki dinamik etkileşimde, daha karmaşık bir enerji alanında farklı şeyler gözlemleyebiliriz. Dünya bölünmez ilişkiler etkileşiminde, aynı Ed’in uzayda hissettiği gibi, bir Matrix düzeni olarak karşımıza çıkacaktır. Standart biyolojinin bugüne kadar gözden kaçırdığı şey tüm bunları düzenleyen güçtür insan bilinci.
Kaynak : Alan - Evrenin Gizli Gücü - Lynne McTaggart