Message
Kalemle imzalanan ezelî kaza ve kadere iltifat etmek de, sonuçta meydana gelen hükme iltifat etmekten daha yücedir. Hz. Peygamber (s.a) birgün minberin üzerinde sağ elini kapatıp şöyle demekle buna işaret etmiştir:
Şu Allah'ın kitabıdır. Allah bu kitabda cennet ehlini, ecdadlarının isimleriyle beraber yazmış bulunuyor. Onların içine ne bir kimse katılır, ne de onlardan biri eksilir.
Sonra sol elini kapatarak şöyle buyurmuştur:
Bu Allah'ın kitabıdır. Burada isimleriyle ve ecdadlarının isimleriyle cehennemlikleri yazmıştır. Onlara ne biri eklenir, ne de eksilir. Saadet ehli, sanki şekavet edilmiş gibi şekavet ehlinin ameliyle amel eder. Hatta 'Şekavet ehlinin ta kendileridir' denilir. Sonra Allah Teâlâ, ölümden önce bir devenin iki sağımı arası kadar bir zaman kalsa bile onları şekavetten kurtarır. Yemin olsun, şekavet ehli sanki saadet ehliymiş gibi saadet ehlinin ameliyle amel eder. Sonra ölümden önce Allah Teâlâ bir devenin iki sağımı arası kadar dahi olsa şekavet ehlini saadet ehlinin zümresinden çıkarır. Said odur ki Allah'ın kaza ve kaderiyle said olmuştur. Şakî ise, Allah'ın kazâ ve kaderiyle şakî olan kimsedir. Ameller ise sonuçlarına bağlıdır!
Bu taksimat, günahından ve cürmünden korkan kimselerin, celâl ve korkuyu gerektiren vasıflarından ötürü Allah'ın zatından korkan kimselere taksim olunması gibidir. İşte bu sonuncusu, mertebe bakımından en yücesidir. Bu nedenle böyle bir kimse sıddîkların ibadetini yapsa bile korkusu devam eder. Diğeri ise ibâdete devam ettiğinde gurur ile emniyet arasındadır. Bu bakımdan günahtan korkmak salih kimselerin, Allah'tan korkmak ise (muvahhid) birleyici ve sıddîkların korkusudur. Bu korku, Allah'ın marifetinin meyvesidir. Kim Allah'ı ve sıfatlarını bilmiş ise onun sıfatlarından, suçsuz olsa dahi kendisinden korkması gereken kısımları tanımış olur. Belki âsî kimse hakkıyla Allah'ı tanımış olsaydı günahından değil, Allah'tan korkardı. Eğer o hadd-i zâtında kendisinden korkulan olmasaydı 'Onu günaha müsahhar kılmaz, günahın yolunu ona kolaylaştırmaz ve sebeplerini halketmezdi' diye düşünmelidir.
Zira günah sebeplerinin kolaylaştırılması, kulun uzaklaştırılması demektir! Oysa günahtan önce günaha müsahhar kılınmasını gerektiren bir günah kuldan sâdır olmamıştır ki günahın sebeplerini kulun üzerinde icra etsin; ibâdetten önce bir vesile sebkat etmemiştir ki onun vasıtasıyla kendisine ibadetlerin kolaylaştırıldığı kul ibâdete sarılsın veya Allah'a yaklaştırıcı şeylerin yolu ona kolaylaştırılsın. Bu bakımdan âsî bir kimse ister istesin, ister istemesin onun üzerine mâsiyet ile hükmedilmiştir. İtaat eden için de böyledir. Öyle ise Hz. Peygamber'i daha yaratılmadan önce kendisinden sebkat eden bir vesile olmaksızın a'lâ-yı illiyyîn e çıkaran, daha var olmadan önce kendisinden sebkat eden ve suç olmaksızın Ebu Cehil'i esfel-i sâfilîn'e düşüren Allah'ın celâl sıfatından ötürü korkmak gerek. Çünkü Allah'a itaat eden bir kimse şu noktadan dolayı itaat eder: İtaatin iradesini kendisine musallat kılmış, itaat kudretini kendisine vermiştir. Kesin irade ve tam kudreti yarattıktan sonra fiil zarurî olur.
İsyân eden ise şu noktadan isyân eder: Kendisine kesin ve kuvvetli bir irade musallat kılmış, sebepleri ve kudreti kendisine vermiş... Bu bakımdan irade ve kudretten sonra fiil zarurî olur. Madem durum böyledir, keşke ibadet edenin ikrâmını gerektiren ve ibadetlerin iradesini kendisine vermekle kendisini tahsis eden, diğerinin (âsinin) ihanetini, mâsiyetin isteklerini musallat kılmak sûretiyle rahmetten uzaklaştırmasını gerektirenin kim olduğunu bilseydim? Bu durum nasıl kula havale edilir? Madem havale suç olmaksızın ve vesilesiz ezelî kader ve kazaya dönüşür, bu bakımdan dilediğiyle hükmeden ve iradesini yerine getirenden korkmak her akıllının alacağı en iyi tedbirdir. Bu mânânın arkasında ifşası caiz olmayan sırr-ı kader vardır. Onun sıfatlarından korkmayı ancak misâl vermekle anlayabilirsin. Eğer şeriatın izni olmasaydı hiçbir basiret sahibi onu anmaya cesaret edemezdi.
Allah Teâlâ Hz. Dâvud'a vahiy göndererek şöyle buyurmuştur: 'Ey Dâvud! En azından yırtıcı hayvandan korktuğun gibi benden kork!'
İşte bu misâl, her ne kadar seni mânânın sebebine vâkıf kılmazsa da mânânın özünü anlatır; zira sebebe vâkıf olmak, kaderin sırrına vâkıf olmak demektir. Bu ise ancak ehline keşfolunur.
Kaynak : İhya-u Ulumiddin - İmam Gazali