Message
Herşeyi katıksız tevhid gözüyle görmek gerekir. Bu görüş sana, Allah (cc)'ın şükreden, şükrolunan, seven ve sevilen olduğunu tanıtır. Bu görüş, varlıkta O'ndan başkasının olmadığını, her şeyi -O'nun zâtı hariç- helâk olacağını ve bu durumun her hal için ezelen ve ebeden doğru olduğunu bilenin görüşüdür! Çünkü gayr, müstakil bir varlığı düşünülebilen demektir! Bu gayrın benzerinin varlığı yoktur. Aksine böyle bir gayrın mevcut olması muhaldir; zirâ mutlak var olan mevcut, nefsiyle kâim olan mevcuttur. Nefsi istiklâle sahip olmayan, nefsi itibariyle var sayılmaz, çünkü o başkasına bağlı ve başkasıyla varolmuştur. Eğer onun zatına itibar olunur, gayra bakılmazsa asla onun varlığı sözkonusu olmaz. Mevcut ancak ve ancak nefsiyle kâim olandır. Nefsiyle var olanın eğer gayrinin yokluğu takdir olunursa, kendisi yine var olarak kalır. Eğer nefsiyle kâim olmakla beraber onun varlığıyla başkasının varlığı kâim olursa, bu takdirde o, Kayyum olur. Oysa Bir den başka kayyum yoktur. Onun gayrisinin oluşu düşünülemez. Madem durum budur o halde, varlıkta Hayy ve Kayyum'dan başkası yoktur. O, vahid ve samed'in ta kendisidir. Sen bu makamdan baktığın zaman her şeyin kaynağının O'nda ve dönüşün de O'na olduğunu anlarsın. Bu bakımdan şükredici, şükredilen, seven ve sevilen O'dur.
İşte İbn Ebî Habîb bu makamdan bakmıştır.
Gerçekten biz onu sabreden (bir kul) bulmuştuk. Ne güzel kuldu, o daima (bize) başvururdu. (Sâd/44)
Allah Teâlâ'nın bu ayetini okuduğunda Habib dedi ki: 'O'nun sanatına hayran kalmamak elde değildir. O vermiş, o övmüştür'.
Bu sözünü şuna işaret için söylemiştir: Allah Teâlâ, bir kulunu övdüğü zaman, O'nun övgüsü kendi nefsine aittir. Bu bakımdan öven de övülen de O'dur.
Şeyh Ebu Said Mihinî bu makamdan bakmıştır.
(O) onları sever ve onlar da O'nu severler. (Mâide/54)
Bu ayet Şeyh Ebu Said'in yanında okunduğu zaman 'Hayatımla yemin ederim! Onları sever! Sade sevmesini ve sevilmesini bırak, hem de hakkıyla sever. Çünkü ancak kendi nefsini sever' demiştir.
Şeyh bununla, sevenin ve sevilenin Allah olduğuna işaret etmiştir. Bu yüksek bir rütbedir. Bu rütbeyi, ancak aklına yatkın bir misalle anlayabilirsin. Malûmundur ki yazar, yazdığını sevdiği zaman kendi nefsini sevmiş olur. Sanatkâr, sanatını sevdiği zaman kendi nefsini sevmiş olur. Baba evlat olmak hasebiyle evladını sevdiği zaman kendi nefsini sevmiş olur. Allah'tan başka âlemde her ne varsa, hepsi Allah'ın tasviri ve sanatıdır. Eğer Allah onu severse, ancak kendisini sevmiş olur. Anlaşıldı ki Allah esasta kendisinden başkasını sevmez. Bu takdirde hakkıyla sevdiğini sevmiş olur. Bütün bu söylediklerimiz, tevhid gözüyle bakıştır. Sûfî taifesi bu hali, 'nefsin fâni olması' diye isimlendirir; yani şahıs hem nefsinden, hem de Allah'ın dışındaki her şeyden fâni olmuştur. O, Allah'tan başkasını görmez. Kim bunu anlamazsa sûfî taifesine hücum ederek şöyle der: 'Şahıs nasıl fâni olmuştur? Oysa onun gölgesinin uzunluğu dört zira'dır. O günde birkaç batman ekmek yer'.
Câhil kimseler de sözlerinin mânâsını anlamadıkları için sûfîlere gülerler. Ariflerin sözüne cahillerin gülmesi normalidir! Şu ayet-i celîle'de buna işaret vardır:
Suç işleyenler insanlara gülerlerdi. Onların yanlarından geçtiklerinde birbirlerine işaret yaparak (mü'minleri) küçümserlerdi. Evlerine (ailelerine) döndükleri zaman da (mü'minleri ortaya atıp) eğlenmeye başlarlardı. Mü'minleri gördükleri vakit 'İşte bunlar sapıklardır' diyorlardı. Oysa üzerlerine gözcü gönderilmemişlerdi. (Mutaffıfin/29-33)
Sonra Allah Teâlâ âriflerin yarın kıyamette onlara gülmelerinin daha büyük olacağını bildirmiştir.
İşte bugün mû'minler de kâfirlere gülerler. (Mutaffifîn/34)
Kaynak : İhya-u Ulumiddin - İmam Gazali