Message
Kalbin misali, bir kalenin misaline benzer. Şeytan, kaleye girmek isteyen bir düşmandır. Onu kuşatıp sahip olmak ister. Kaleyi düşmandan korumak ancak kapılarını, giriş noktalarını ve kalede açılan delikleri korumak ve oralarda nöbet beklemek sûretiyle mümkündür. Kalenin kapılarını bilmeyen bir kimse, o kapıların nöbetçiliğini yapamaz. Bu bakımdan kalbi, şeytanın vesveselerinden korumak farzdır. Hem de her mükellef kulun üzerine farz-ı ayındır. İnsanın, sayesinde farza yetiştiği şey de farzdır. Şeytanı defetmeye insanoğlu ancak onun giriş noktalarını bilmekle muktedir olabilir. Bu bakımdan onun giriş noktalarının bilinmesi farzdır. Şeytanın giriş noktaları ve kapıları kulun sıfatlarıdır. Bu sıfatlar pek çoktur. Fakat biz kocaman yollar ve geçitler mesabesinde olan büyük yollarına işaret edeceğiz. O yollar ki binlerce askerin yürümesiyle dahi daralmaz. Bu bakımdan şeytanın büyük kapılarından biri gazap (öfke) ve şehvettir. Çünkü öfke, aklın kandırıcısı ve helâk edicisidir. Ne zaman aklın askeri zayıflarsa, şeytanın askeri hücuma geçer ve ne zaman insan öfkelenirse, şeytan onunla oynar, tıpkı çocukların topla oynadığı gibi...
Rivayet ediliyor ki İblis, Hz. Musa'ya (a.s) rastladı ve ona şöyle dedi: 'Ya Musa! Sen o kimsesin ki Allah Teala seni peygamberliğine seçmiş ve seninle konuşmuştur. Ben de Allah'ın bir mahlukuyum. Günah işledim ve tevbe etmek istiyorum. Bu bakımdan rabbimin yanında bana şefaatçi ol ki rabbim tevbemi kabul etsin'. Musa (a.s) 'Olur' dedi, sonra dağa çıkıp rabbi ile konuştuğu zaman oradan inmek istedi. O vakit Allah Teâlâ, Musa'ya 'Ya Musa! Emanetini yerine getirdim. O halde git kendisine söyle, tevbesinin kabul olunması için gitsin Âdem'in mezarına (tâzim) secdesinde bulunsun'. Bundan sonra Musa (a.s), İblis'e rastladı ve kendisine dedi ki: Ya İblis! Senin dileğin kabul edildi. Tevbenin kabul edilmesi için, Âdem'in kabrine secde etmekle emrolundun'. Bu söz üzerine İblis öfkelenip böbürlendi ve dedi ki: 'Âdem hayatta iken ben ona (tâzim) secdesi yapmadım. Kaldı ki şimdi ölüdür. Şimdi ben ona secde mi yapacağım?' Sonra dedi ki: Ya Musa! Sen rabbinin yanında benim için şefaatte bulunduğundan dolayı senin bende bir hakkın vardır. O halde (o hakkı ödemek için sana şunları tavsiye ediyorum):
Beni üç şeyin yanında hatırla! Böyle yaptığın takdirde o üç şeyde seni helâk etmeyeceğim:
1. Öfkelendiğin zaman öfkenin benden geldiğini hatırla.Çünkü o anda benim ruhum senin kalbinde, gözüm senin gözündedir ve ben sende, kanın dolaştığı yerlerde dolaşmaktayım. Öfkelendiğin zaman beni hatırla! Çünkü insanoğlu öfkelendiği zaman ben onun burnuna üflerim, o âdeta ne yapacağını bilmez bir şaşkına döner.
2. Düşmanla karşı karşıya geldiğin zaman beni hatırla! Çünkü ben o anda âdemoğluna gelir, ona zevcesini, çocuğunu hatırlatırım. O arkasını düşmana çevirip kaçıncaya kadar, yakasını bırakmam.
3. Sakın mahremin olmayan bir kadının yanında oturma! Çünkü ben o kadının sana gönderilmiş elçisi olurum! Senin de ona gönderilmiş elçin olurum. Seni onunla ve onu da seninle fıtnelendirinceye kadar elçilik vazifeme devam ederim.
Şeytan bu sözüyle şehvet, öfke ve harisliğe işaret etti. Çünkü düşmandan kaçmak dünyaya haris olmaktan ileri gelir. Şeytanın, Hz. Âdem'in ölüsüne secde etmekten kaçınması ise haseddir ve hased de şeytanın giriş noktalarının en büyüklerindendir.
Rivayet edildiğine göre, velîlerden biri şeytana der ki: 'Âdemoğlunu nasıl mağlup ettiğini bana göster!' Şeytan da ona şöyle cevap verir: 'Ben öfke ve hevâ-i nefis ânında onun yakasına yapışırım'.
Hikâye ediliyor ki İblis bir rahibe göründü. Rahip, İblis'e şöyle sordu:
- İnsanoğlunun hangi ahlâkı sana daha yardımcıdır?
- Hiddeti! Çünkü kul, hiddetli olduğu zaman, çocukların topu evirip çevirmesi gibi biz de kendisini evirip çeviririz.
Şeytanın şöyle dediği rivayet ediliyor: 'Âdemoğlu nasıl beni mağlup edebilir? Zira o razı olduğu zaman, ben gelir kendisinin kalbine oturuncaya kadar ona yaklaşırım. Öfkelendiği zaman da onun kafasında karar buluncaya kadar uçarım!'
Şeytanın büyük kapılarından biri de hased ve hırstır. Bu bakımdan kul ne zaman herşeye karşı haris ise, harisliği onu şeylerin ayıbını görmekten kör ve duymaktan da sağır eder. Zira Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Bir şeyi sevmen, seni hem kör eder, hem sağır! (Onun ayıbını görmekten seni kör, kusurunu dinlemekten de sağır yapar).
Basiret nûru ile şeytanın giriş noktaları bilinir. Ne zaman hased ve hırs basireti örterse, artık insanoğlu şeytanın giriş noktalarını görmez olur. O zaman şeytan fırsatı elde eder ve haris bir kimseye şehvete götüren her şeyi güzel gösterir, hatta şehvete götüren şey münker ve fahiş olsa dahi...
Rivayet ediliyor ki Hz. Nuh (a.s) gemiye bindiği zaman, her canlıdan bir çifti gemiye aldı. Nitekim böyle yapmasını Allah kendisine emretmişti. Bu esnada gemide tanımadığı bir ihtiyar gördü. Nuh (a.s) bu ihtiyara 'Seni buraya getiren nedir?' diye sordu. İhtiyar 'Ben buraya senin arkadaşlarının kalplerine vesvese vermek için girdim, ta ki onların kalpleri benimle, bedenleri seninle olsun!' dedi. Bunun üzerine Nuh (a.s) ona 'Ey Allah'ın düşmanı! Gemiden çık! Çünkü sen Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış bir mel'unsun' dedi. Bunun üzerine İblis, Hz. Nuh'a dedi ki: 'Beş şey vardır, onlar vasıtasıyla insanları helâk ederim. Onlardan üç tanesini sana haber vereceğim. İki tanesini ise bildirmeyeceğim'. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Nuh'a vahy göndererek 'Sana söyleyeceği o üç şeye ihtiyacın yoktur. Bu bakımdan onları değil de söylemek istemediği o iki şeyi haber versin' dedi. Hz. Nuh (a.s) İblis'e şöyle sordu: 'Söylemek istemediğin o iki şey nedir?' İblis 'O iki şey sayesinde beni yalanlamazlar, bana muhalefet etmezler, onlar vasıtasıyla halkı helâk ederim. Onlardan biri hased, diğeri de hırstır! Hasedden ötürü lânetlendim ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş bir şeytan oldum. Hırsa gelince, o da Adem'e (a.s) bir ağaç hariç, bütün cennet mübah kılındı. Ben ihtiyacımı, hırstan ötürü Âdem'den koparabildim' dedi.
Şeytanın büyük kapılarından biri de her ne kadar helâl ve saf ise de doyasıya yemektir. Çünkü doymak, şehveti takviye eder. Şehvetler ise şeytanın silahlarıdır. Zira rivayet ediliyor ki İblis, Yahya b. Zekeriyya'ya göründü. Yahya (a.s) şeytanın üzerinde çengellerin takılı olduğunu gördü.
- Ey İblis! Şu çengeller nedir?
- Bunlar şehvetlerdir! Onlarla Ademoğlu'nu avlarım!
- Acaba bunlarda bana ait birşey de var mı?
- Sen bazen doyuyorsun! Biz bu takdirde senin namaz kılmanı ve zikir yapmanı ağırlaştırıyoruz.
- Acaba bundan başka bir şeyim var mı?
- Hayır!
- Yeminim olsun ki artık ebediyyen karnımı yemekle doyurmayacağım.
- O halde benim de yeminim olsun ki, bundan böyle hiçbir müslümana nasihatta bulunmayacağım.
Çok yemekte altı tane kötü haslet vardır:
1. Allah korkusunu kalpten çıkarır.
2. Halka karşı merhameti kalpten söker. Çünkü tok bir kimse herkesin tok olduğunu zanneder.
3. İbadetleri ağırlaştırır.
4. Tok bir kimse hikmetli bir konuşmayı dinlediği zaman o konuşmanın kalbinde bir incelik meydana getirdiğini hissetmez.
5. Tok bir kimse, vaazda bulunur ve hikmetli konuşursa onun konuşması halkın kalbine tesir etmez.
6. Tokluk, kişide çeşitli hastalıklar doğurur ve hastalıklarını artırır,
Şeytanın kapılarından biri de ev eşyası, elbise, evin süsü ve fazla konforu sevmektir. Çünkü şeytan, bu süsün insanoğlunun kalbinde galip olduğunu görünce o kalpte yumurtlar, civcivler çıkarır ve böylece daimî bir şekilde insanı evi tamir etmeye davet eder. Evin tavanını ve duvarlarını süslemeye, odalar ve salonları genişletmeye teşvik eder. Elbisenin ve bineklerin süsüne davet eder ve bu hususta Ömrü boyunca onu kendisine hizmetçi yapar. Onu bir defacık buraya soktuğu zaman ikinci bir defa uğraşmasına gerek kalmaz. Çünkü bu şeylerin bazısı insanoğlunu diğerine çekip sürükler ve götürür. Böylece insanoğlunu bir şeyden diğer bir şeye -eceli gelip ölünceye kadar- bu dünya sevgisi sürükler götürür. İnsanoğlu, şeytanın yolunda ve hevâ-i nefsinin arkasındadır ve bu gidişatından ötürü imansız gitmesinden korkulur. Böyle bir gidişattan Allah'a sığınırız!
Şeytanın büyük kapılarından biri de halkın elindekine göz dikmek ve tamahkârlık yapmaktır. Çünkü bu tamahkârlık kalbe galip geldi mi, şeytan, malına göz diktiği kimseye karşı tasannu yapmasını ve süslü püslü görünmesini, riya ve hilelerin çeşitlerine bürünerek yağcılık yapmasını kendisine süslü gösterir. Hatta insanın tamah ettiği şey sanki onun ilahı olur! Böylece şeytan daimî bir şekilde o şeyi insana sevdirmenin yollarını araştırıp durur ve bu hedefe varmak için her çareye başvurur. En azından insanoğlu malına göz diktiği bir kimsede olmayan sıfatlarla o kimseyi över, ona karşı emr-i bi'l-ma'rûfu (iyiliği em-retmeyi) ve nehy-i an'il-münker'i, (kötülüğü yasaklamayı) terket-mek sûretiyle yağcılık yapar.
Saffan b. Selim rivayet ediyor ki: İblis, Abdullah b. Hanzele'ye göründü ve kendisine şöyle dedi:
- Ey Hanzele'nin oğlu! Benden sana öğreteceğim birşeyi ezberle.
- Senden gelen birşeye ihtiyacım yok!
- Benden öğreneceğin şeye bir bak, eğer hayır ise tut, şer ise reddedip at! Ey Hanzele'nin oğlu! Allah'tan başka hiç kimseden rağbet ederek isteme ve sorma, öfkelendiğin zamanda durumunun nasıl olduğuna dikkat et! Çünkü öfkelendiğin zaman senin gemin benim elime geçer'.
Onun büyük kapılarından birisi de acele etmek ve işlerde tahkik yapmayı bırakmaktır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Acele şeytandandır. Yavaşça ve teenni ile hareket etmek Allah'tandır.
Allah Teâlâ da şöyle buyurmuştur:
İnsan aceleci yaratıldı. (Enbiya/37)
İnsan pek acelecidir. (İsra/11)
Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan Kur'an okumada acele etme! (Tâhâ/114)
Aceleciliğin, şeytanın büyük kapılarından olmasının sebebi şudur: Amellerin, görme ve marifetten sonra yapılması daha uygundur. Görmek ise, düşünmeye ve zamana muhtaçtır. Acelecilik ise, insanı bundan mahrum eder. Acelecilik anında şeytân -insanoğlunun bilmediği şekilde- şerrini insanoğlunun kalbine zerkeder.
Rivayet edliyor ki; Meryem oğlu İsâ (a.s) doğduğu zaman şeytanlar İblis'in yanına gelerek dediler ki: 'Putlar tepetaklak oldu! (Bu nedendir)?' İblis 'Muhakkak bu, bir hâdiseden ötürüdür. Siz durun da ben tedkik edip geleyim' dedi. Yeryüzünü gezip dolaştı. Hiçbir şey görmedi. Sonra Hz. İsâ'nın doğduğunu öğrendi ve baktı ki melekler onun etrafını çepeçevre sarmışlar. Bu manzarayı gördükten sonra, kendisine başvuran şeytanlara dönüp geldi ve dedi ki: 'Dün gece bir peygamber doğmuş. Hiçbir kadın yoktur ki gebe kaldığı ve doğurduğu zaman, ben onun yanında hazır bulunmayayım. Ancak bu çocuk müstesna... Siz bu geceden sonra putlara ibâdet edileceğinden ümidinizi kesin. Fakat bundan böyle insanoğluna acelecilik ve düşüncesizlik yönünden gelin'.
Şeytanın büyük kapılarından biri de dirhem ve dinar (para) ile menkul, gayr-i menkul servetlerin diğer sınıflarıdır. Zira insanın ihtiyacından fazla olan her servet şeytanın istikrar bulduğu yerdir. Çünkü beraberinde gıdası ve nafakası bulunan bir kimsenin kalbi, üzüntülerden uzaktır. Eğer bu kişi, mesela bir yolda yüz dinar bulsa, kalbinde o şehvet kabarır. Bu şehvetlerin herbiri, başka dinarlara muhtaç olur. Dolayısıyla elde ettiği yüz dinar ona kâfi gelmez. Çünkü dokuz yüz dinara daha muhtaçtır. Oysa yüz dinarı bulmadan önce zengindi. Şimdi ise, bulduğu yüz dinarla zengin olduğunu zannetti. Oysa onunla beraber dokuz yüz dinara daha muhtaç oldu ki onunla tamir edeceği bir evi, cariyesi, ev eşyaları olsun, güzel elbiseler satın alsın. Bütün bunlar ise, kendisine uygun düşen başka şeyleri ister. Bu istekler ise sonsuza doğru gider! Böylece kişi bir uçuruma yuvarlanır ki onun sonucu cehennem derinliğidir ve cehennemden başka onun sonucu yoktur!
Sâbit el-Bennânî der ki: Hz. Peygamber, peygamber olarak vazifelendirildiği zaman, İblis yardımcılarına 'Yeryüzünde bir hâdise koptu. Onun ne olduğunu tedkik ediniz' diye emir verdi. Şeytanlar yeryüzüne dağıldılar, yorulup bîtab düşünceye kadar gezdiler. Sonra gelip 'bilmiyoruz' dediler. İblis onlara 'Ben size bu haberi getiririm' dedi. Gitti, hayli dolaştıktan sonra geldi ve dedi ki: 'Allah, Muhammed'i peygamber olarak göndermiştir'.
Sabit der ki: Bundan böyle İblis, şeytanlarını ashâb-ı kirâm'a gönderdi. Şeytanlar mahrum olarak, İblisin yanına döndüler ve şöyle dediler: 'Biz bunlar gibi bir kavim görmedik, onları aldatıyoruz, sonra namaza kalkıyorlar ve o günahları siliniyor!' İblis 'Onlar hakkında sabırlı olun! Umulur ki Allah onlara dünyayı açsın. O vakit biz ihtiyacımızı kendilerinden alırız' dedi.
Rivayet ediliyor ki Hz. İsâ birgün bir taşı yastık edindi. İblis onun yanından geçerek şöyle dedi: 'Ey İsa! Sen dünyaya rağbet mi ettin?' Bu söz üzerine Hz.İsâ (a.s) taşı aldı ve İblis'e fırlatarak şöyle dedi: İşte bu, dünya ile beraber senin olsun!'
Hakîkaten bir taş alıp uyku sırasında onu yastık yerine kullanan bir kimse şeytanın eline kendisini kandırmak için bir koz vermiştir. Çünkü mesela geceleyin namaza kalkan bir kimse, yastık edinecek bir taş yakınında bulunduğu zaman, o taş onu uykuya ve kendisini yastık yapmaya davet eder. Eğer böyle bir taş olmazsa, uyku onun kalbine gelmez ve uykuya bir isteği de olmaz. İşte bir taş böyle ise, acaba yumuşacık yastıklar, yayılı yataklar, güzel tenezzühler edinenin hâli ne olacaktır? Böyle bir kimse Allah'ın ibâdetine ne zaman dalacaktır?
Şeytanın büyük kapılarından biri de cimrilik ve fakirlikten korkmaktır. Zira insanı infak etmekten ve sadaka vermekten, ancak cimrilik ve fakirliğin korkusu meneder. İnsanı azık edinmeye, mal biriktirmeye ve elem verici azaba davet eden cimriliktir. İstifçiler için Kur'an'ın buyurduğu gibi, va'dedilen de budur.
Hayseme b. Abdurrahman der ki: Şeytan şöyle dedi:
Eğer Âdemoğlu beni bir defa mağlup ederse de, kesinlikle üç şeyde beni mağlup edemez:
1. Ona malı, hakkı olmayan yerden edinmeyi emrettiğim,
2. Malı, hakkı olmayan yere infak etmesini emrettiğim ve,
3. Malı, hakkından menetmeyi emrettiğim zaman. Yani almasına müstehak olmadığı bir yerden almayı, müstehak olmayan bir kimseye infakı ve müstehak olan bir kimseden menetmeyi kendisine emrettiğim zaman, bana muhalefet etmez.
Süfyan es-Sevrî der ki: -'Şeytanın, fakirlik korkusu kadar keskin bir silahı yoktur. Ne zaman onun bu vesvesesi kabul edilirse, bâtıla başlar, hakkı meneder, hevâ-i nefisle konuşur ve rabbi hakkında kötü zanlara kapılır!'
Cimriliğin âfetlerinden biri de mal toplamak için pazarlardan ayrılmamaya heves etmektir. Oysa pazarlar, şeytanların yuvalarıdır, daimî olarak şeytanlar orada merkez kurarlar. Oradan ayrılmayan bir kimse aldatılabilir. Nitekim Ebu Umâme Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu nakleder:
İblis yeryüzüne indiği zaman şöyle dedi:
- Ya rabbî! Beni yeryüzüne gönderdin ve beni rahmetinden uzaklaştırdın. O halde bana bir ev ver.
- Senin evin hamamlardır.
- Yarab! Bana bir meclis ver!
- Senin meclisin çarşılar, pazarlar ve yol kavşaklarıdır.
- Yarab! Bana bir yemek ver.
- Senin yemeğin, üzerine Allah'ın ismi anılmayan yemektir.
- Yarab! Bana bir içki ver!
- Senin içkin, aklı gideren her türlü şeydir.
- Yarab! Bana bir müezzin ver!
- Senin müezzinin 'mizmar' denilen çalgı aletleridir.
- Yarab! Bana bir Kur'an ver!
- Senin Kur'an'ın şiirdir.
- Yarab! Bana bir kitap ver!
- Senin kitabın derilere yapılan dövmelerdir.
- Yarab! Bana bir hadîs ver!
- Senin hadîsin yalandır.
- Yarab! Bana avlanma aletleri (tuzaklar) ver.
- Senin avlanma aletlerin (tuzakların) kadınlardır!
Şeytanın büyük kapılarından biri de mezhepler, hevâ-i nefisler için gösterilen taassub ve hasımlara karşı kin gütmek, onlara istihza ve istihkâr gözüyle bakmaktır. Bu hareketler, hem âbid, hem de fâsık kimseleri felâkete götüren hareketlerdir! Zira halkı ayıplamak, onların eksikliklerini zikretmekle meşgul olmak, tabiatta yaratılmış yırtıcı sıfatlardan bir sıfattır. Ne zaman şeytan, insanoğluna bunun hak olduğunu hayâl ettirirse ve bu da insanoğlunun tabiatına uygun ise, bunun tadı insanoğlunun kalbine galip gelir. İnsanoğlu bütün himmetiyle bununla meşgul olur, bununla sevinir, övünür: Böylece din hakkında gayret sarfettiğini sanır. Oysa şeytanların arkasına takılıp gitmektedir! Onlardan birisini görürsün ki Hz. Ebubekir (r.a) için ifrat derecede taassub gösterir, onu sever görünür. Oysa haram yer, gereksiz sözlerle ve yalanla dilini meşgul eder, fesâdın her çeşidini işler. Eğer Hz. Ebubekir kendisini görseydi, onun baş düşmanı olurdu. Zira Ebubekir Sıddîk'ı seven; onun yolunda giden, onun yaşantısına uyan, onun ağzından çıkanı hıfzeden bir kimsedir. Ebubekir Sıddîk'ın (r.a) sîretinden biri, fuzulî işler hakkında konuşmak için, ağzına taş koymasıydı. Acaba fuzulî konuşan bu insan Hz. Ebubekir'i sevdiğini ve onun ahlâkıyla ahlâklandığını nasıl iddia edebilir?
Başka bir fuzulî şey daha görüyoruz ki, Hz. Ali'nin (r.a) taassubunu güdüyor. Oysa Hz. Ali zühd ve takvası gereği halife olduğu zaman, üç dirheme satın aldığı ve yenlerini bileklerine kadar kestiği bir elbise giymişti. Onu sevdiğini iddia eden bu fâsık ise, ipekli elbiseler giymekte, haramdan kazandığı mallarla süslenmektedir. Buna rağmen Hz. Ali'yi sevdiğini iddia etmektedir Oysa kıyamet gününde onun ilk hasmı Hz. Ali olacaktır. Keşke bilseydim, bir insanın aziz ve gözünün nûru olan evlâdını, hayatı olan yavrusunu alıp döven, parçalayan, saçlarını çeken ve makasla etlerini doğrayan bir kimse, bununla beraber nasıl o yavrunun babasını sevdiğini ve onun arkasından gittiğini iddia edebilir? Bu câni insanın, bu babanın yanında durumu acaba nasıl olur? Herkesin malûmudur ki din ve şeriat, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali ve diğer sahabe nezdinde onların evlatlarından, hatta öz nefislerinden daha sevimlidir. Şer'an günah sayılan şeylere pervasızca dalanlar ise dini yırtıp paramparça edenlerdir. Şehvetlerin makaslarıyla parçalayanlardır. Böyle yaptıklarından dolayı Allah'ın düşmanı ve velîlerinin düşmanı iblis'e yaklaşıyor ve onun sevgisini kazanıyorlar. Acaba bu kimselerin kıyamet gününde sahabenin ve Allah'ın velî kullarının nezdinde hallerinin ne olacağını ve nasıl karşılanacaklarını tahmin edebilir misin? Hayır! Eğer perde kalksaydı ve bu kimseler, ashabın Ümmet-i Muhammed'den kimleri sevdiklerini bilseydiler, muhakkak o sahabîlerin isimlerini bile bu kötü fiillerinden ötürü ağızlarına almaktan utanacaklardı. Bütün bu hakikatlerden sonra bil ki, şeytan onlara şu hayali vermektedir: Herhangi bir kimse, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'i sevdiği halde ölürse, ateş ona yaklaşmaz. Şeytan başka birisine de şu hayali vermektedir: Hz. Ali'yi sevdiği halde ölen bir kimse için, korku sözkonusu değildir. Oysa Hz. Peygamber'i kendisinden bir parça olan kızı Hz. Fâtıma'ya (r.a) şöyle derken görüyoruz:
Ey Fâtıma! Çalış ve amel et! Muhakkak ki ben Allah'ın azabından zerre kadar sana fayda verici değilim.
Hevâ-i nefisten olarak zikrettiğimiz bir misâldir bu... İmâm Şafiî, İmam Ebu Hanife, İmam Mâlik ve İmam Ahmed b. Hanbel için taassub gösterenlerin hükmü de böyledir. Diğer imamların müfrit taraftarlarının hükmü de budur. Bu bakımdan herhangi bir kimse müctehid imamlardan birisinin mezhebini takib ettiğini iddia edip o imamın ahlâkıyla ahlâklanmazsa, bu kimsenin kıyamet gününde en büyük hasmı o mezhebin kurucusu olan imamdır. Zira o imam, kıyamet gününde bu sahtekâra der ki:
Benim mezhebim, çalışmak ve amel etmekti. Sadece dil ile söylemek değildi. Dil ile söylemek ise, hezeyan kusmak için değil, aksine amel etmek içindir. Sen amelde ve ahlâkta bana muhalefet ettiğin ve yürüyüp Allah'a vardığın yolundan ibaret olan mezhebimde bana aykırı hareket ettiğin halde neden yalandan benim mezhebimin mensubu olduğunu iddia ettin?
Evet! Bu kapı, şeytanın giriş noktalarının büyüklerindendir. Şeytan bu noktadan girmiş, âlemin çoğunu helâk etmiş ve böylece Allah'tan az korkan, din hususunda basiretleri zayıflamış bulunan, dünyaya olan rağbetleri oldukça kabaran, yardımcılar edinmeye fazlasıyla haris bulunan ve bunu da ancak taassub yoluyla elde edenlerin eline medreseler teslim edilmiştir! Bu kimseler, bu kötülükleri kalplerinde gizlemekte, şeytanın buradaki hilelerine muttali olmakta ve halkı mütenebbih kılmamaktadırlar. Aksine şeytanın hilesini infaz etmek hususunda, şeytanın vekili olmuşlardır. Böylece halk, bu sathî görüşün üzerinde yürümekte, dinin temel meselelerini unutmuş bulunmaktadır. Böylece hem kendileri helâk oldular ve hem de helâk ettiler. Allah onların da bizim de tevbemizi kabul etsin!
Hasan Basrî der ki: Kulağımıza geldiğine göre İblis şöyle demiştir: 'Ben günahları, Ümmeti Muhammed'in gözünde süslü püslü gösterdim. Fakat onlar benim belimi, tevbe-istiğfar etmek sûretiyle kırdılar. Böylece ben onlara birtakım günahları cilveli bir şekilde gösterdim ki onlar onun günah olduğunu bilmedikleri için ondan istiğfar etmiyorlar. Bu günahlar da hevâ-i nefistir'.
Mel'un doğru söylemiştir. Çünkü Ümmet-i Muhammed, nefsin hevâlarının insanı günahlara çeken sebeplerden olduğunu bilmemektedir. O halde onun için nasıl istiğfar edip af dileyeceklerdir?
Şeytanın büyük hilelerinden biri de mezheplerde ve husûmette insanlar arasında vâki olan ihtilâflarla insanı meşgul edip insana nefsini unutturmasıdır.
Abdullah b. Mes'ud der ki: 'Bir kavim oturup Allah'ı zikretti. Şeytan onları dağıtmak ve o meclisten kaldırmak için geldi. Fakat buna gücü yetmedi. O oturan gruba katılmak üzere ikinci bir grup geldi. Onlar dünya işlerinden konuşmakta idiler ve böylece Allah'ı ananların arasını bozdular. Kalkıp birbirlerine girişip kıyasıya dövüştüler. Oysa bu dövüşenler şeytanın hedefi değildi. Bunlar dövüşürken, Allah'ı ananlar, bu sefer, onları ayırmak için kalkıp meşgul oldular ve böylece meclislerinden dağılıp gittiler. Zaten şeytanın maksadı da bu idi.'
Şeytanın kapılarından biri de okumamış avam tabakasını Allah'ın zâtı, sıfatları ve avamın aklının yetmediği konularda onları düşünmeye zorlamasıdır ki onları dinin esasında şek ve şüpheye düşürsün, Allah'ın münezzeh olduğu hayâlleri onların kafalarına yerleştirsin! O hayâller ki insan onlarla kâfir veya bid'atçı olur. Oysa kişinin kalbine girmiş olan şek ve şüpheden dolayı kişi mesrur ve sevinçli olur. Çünkü kişi, kalbine geleni mârifet ve basiret sanmaktadır ve zanneder ki zekâsı ve fazla aklıyla kendisine keşfolunan bir hakikattir. Bu bakımdan insanların hamakat yönünden en şiddetlisi, akıllı olduğuna en fazla inanandır. İnsanların akıl yönünden en doğrusu, nefsini en şiddetli itham edenidir ve âlimler arasında en fazla soru soranlardır. Hz. Âişe Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle dediğini nakleder:
Şeytan herhangi birinize gelerek der ki:
- Seni yaratan kimdir?
- Beni yaratan Allah Teâlâ!
- O halde Allah'ı kim yarattı?
Bu bakımdan sizden bir kimse böyle bir vesveseyi hissettiği zaman şöyle desin: 'Ben Allah'a ve onun Rasûlü'ne iman ettim'. Zira böyle demek ve inanmak, o vesveseyi kişinin kalbinden söküp atar.
Hz. Peygamber (s.a), bu vesvesenin tedavisi hakkında tedkik yapmayı emretmemiştir. Çünkü âlimler değil, halk tabakası bu vesveseyi kalbinde bulmakta ve hissetmektedir. Oysa halk tabakasının vazifesi; iman edip kayıtsız-şartsız Allah'a ve nizamına teslim olmaktır, ibâdet ve geçimiyle meşgul olup, ilmi âlimlere terketmektir. Halk tabakasından olan bir kimsenin zinâ etmesi ve hırsızlık yapması dahi ilim hakkında konuşup fikir beyan etmesinden daha hayırlıdır! Zira ilmi tam mânâsıyla hazmetmeden Allah ve dini hakkında konuşan bir kimse, bilmediği bir noktadan küfre girmiş olur. Tıpkı yüzmeyi bilmediği halde denize atlayan bir kimse gibi... Şeytanın inançlar ve mezheplerle ilgili hileleri sayılmayacak kadar çoktur. Biz söylediğimizle sadece bir misâli belirtmek istedik.
Şeytanın kötü kapılarından biri de müslümanlar hakkında su-i zanda bulunmaktır. Nitekim Allah Teâlâ 'Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakınınız! Muhakkak ki zannın bir kısmı günahtır!' (Hucurât/12) buyurmuştur. Bu bakımdan zanna dayanarak başkası hakkında şer ile hükmeden bir kimseyi şeytan, gıybeti yapılan adamın aleyhinde kışkırtmaktadır ki helâk olsun veya herhangi bir müslümanın hak ve hukukunu yerine getirmekte kusur göstersin veya gereken ikramında gevşeklik edip hakaret gözüyle baksın, nefsini ondan daha hayırlı görsün! İşte bütün bunlar insanı helâk eden âmil ve sebeplerdendir ve bunun için de Allah'ın şeriatı müslümanları itham oklarına hedef tutmayı menetmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: İtham edileceğiniz yerlerden sakınıp korunun!' Hatta Hz. Peygamber (s.a) bizzat böyle yerlerden korunmuştur.
Safiye validemiz şöyle anlatır:. Hz. Peygamber (s.a) mescidde îtikâfta bulunuyordu. Ben Hz. Peygamber'e gittim ve yanında konuştum. Akşam olunca kalktım odama döndüm. Hz. Peygamber de benimle beraber gelerek beni uğurladı. O anda ensardan iki kişi Hz. Peygamber'e selâm vererek yanımızdan geçtiler. Bizden uzaklaşan bu iki kişiyi Hz. Peygamber geri çağırarak kendilerine şöyle dedi: 'Benim yanımda bulunan kadın zevcem Safiye'dir'. O iki kişi şöyle dediler: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Biz senin hakkında hayırdan başka birşey düşünmemekteyiz'. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Muhakkak ki şeytan, Ademoğlu'nun bedeninde kanın dolaştığı gibi dolaşıp cevelân etmektedir ve ben şeytanın sizi hakkımda vesveseye düşürmesinden korktum.
Bak, Hz. Peygamber (s.a), bu iki kişinin dinleri hakkında nasıl şefkat göstermiş ve dinlerinin ifsad olmasından kendilerini nasıl korumuştur! Yine bak ki Hz. Peygamber, ümmetine ithamdan korunma yolunu göstermek sûretiyle nasıl şefkat göstermiştir ki muttaki ve dindarlığıyla tanınan âlim kişi dahi gevşeklik göstermesin ve demesin ki: 'Benim gibi âlim kişinin hakkında hayırdan başka birşey düşünülmez'. Böylece nefsine aldanıp mağrur olmasın. Çünkü insanların en muttakîsi ve en bilgini olan bir kimseye dahi bütün insanlar aynı gözle bakmamaktadırlar, bir kısım insanlar rıza, bir kısım insanlar da kem gözle bakmaktadırlar. Nitekim şair der ki:
Rıza gözü her ayıptan kapalıdır, görmez. Fakat kem göz çürük tarafları araştırıp meydana çıkarır.
Bu nedenle su-i zandan sakınmak, şerir kimselerin ithamından korunmak farzdır. Çünkü şerir kimseler, bütün insanlar hakkında, şerden başkasını düşünmezler. O halde halkın ayıplarını düşünerek su-i zanda bulunan bir insanı gördüğün zaman bil ki bu insan iç âleminde çirkin ve habis bir insandır ve bil ki dışarıya sızan onun içteki habasetidir. O herkesi kendisinde bulunan sıfatla görmektedir. Çünkü mü'min bir kimse insanların mazeretlerini, münâfık bir kimse ise ayıplarını araştırır. Mü'minin kalbi bütün insanlar hakkında temizdir.
İşte buraya kadar saydıklarımız, şeytanın kalbe açılan giriş noktalarının bir kısmıdır. Eğer şeytanın bütün giriş noktalarını belirtmeye kalksam buna gücüm yetmez. Bu söylediklerimiz de başka noktalara dikkati çekmek için yeterlidir. Bu bakımdan Ademoğlunda bulunan her kötü sıfat, şeytanın silâhı ve giriş noktalarından bir noktadır. Eğer "Şeytanı defetmenin ilacı nedir? Acaba burada Allah'ın zikri kâfi midir?
İnsanoğlunun 'Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh' demesi yeterli midir?" diye sorarsan bil ki, bu konuda kalbin ilacı, bütün bu giriş noktalarını, kalbi bu kötü sıfatlardan temizlemek sûretiyle kapatmaktır.
Kaynak : İhya-u Ulumiddin - İmam Gazali