Message
Şeyhlerin bu sözlerinin hiç birinin daha önce zikrettiğimiz mânâ hududununun dışına çıkmadığı bilinmelidir. Fakat şeyhlerin her biri hallerin bazılarına işaret etmiştir.
Ebû Musa ed-Deybilî (veya Deybülî) dedi ki: Ebu Yezid el-Bistamî'ye 'tevekkülün ne olduğunu' sordum. Dedi ki: 'Sen tevekkül hakkında ne diyorsun?' Dedim ki: "Arkadaşlar, 'Eğer yırtıcı hayvanlar ve yılanlar sağından ve solundan seni sarsalar bile kalbin kıpırdamamalıdır' dediler". Ebu Yezid 'Evet! Bu tarif, tevekkülün hakîki tarifine yakındır. Fakat eğer cennet ehlinin cennette nimetlendiğini, ateş ehlinin de ateşte azap gördüğünü gördükten sonra nefsin için birini tercih edersen tevekkülün esasından çıkmış olursun. (Çünkü Allah'a tevekkül, herhangi bir fiili kendi nefsine nisbet etmene zıd düşer)'.
Ebu Musa'nın söylediği, tevekkül hallerinin en büyüğünden haber vermektir. O da üçüncü makamdır. Ebu Yezid'in söylediği ise, tevekkülün esaslarından olan ilmin çeşitlerinin en aziz ve en az bulunanınıdır. Bu da, hikmeti ve Allah Teâlâ'nın yaptığını vâcib olarak yapmış olduğunu bilmektir. Bu bakımdan cehennem ile cennet ehli arasında, adalet ve hikmetin esasına göre ayrım yoktur. Bu ilim çeşitlerinin en giriftidir. Bunun arkasında kader sırrı bulunur. Ebu Yezid ise, makamların en yücesinden, derecelerin en yükseğinden konuşur. Yılanlardan korunmayı terketmek tevekkülün birinci makamında şart değildir.
Çünkü Ebubekir Sıddîk (r.a) mağarada yılanların deliklerini kapatmak suretiyle onlardan korundu. Ancak Ebubekir Sıddîk (r.a), bu delikleri ayağıyla veya eliyle kapattı. Bundan dolayı da onun sırrı bozulmadı, denilebilir! Veya şöyle de denilebilir: Ebubekir Sıddîk bunu nefsi için değil Hz. Peygamber'e olan şefkatinden dolayı yaptı. Oysa tevekkül ancak kişinin sırrını harekete geçirip, kendisine ait bir iş için bozulursa, ortadan kalkar. Bu hususa bakmak için bir fırsat vardır. Bunun emsalinin ve bundan daha fazlasının tevekküle zıt düşmediğinin beyanı ileride geleceği gibi yılanlardan ötürü kalbin harekete geçmesinin korku olduğunu, tevekkül sahiplerinin hakkının da yılanları kendisine musallat kılandan korkmak olduğunun beyanı da gelecektir; zira yılanların kuvveti yoktur. Bunlar ancak Allah'ın emriyle olur.
Eğer kişi yılandan korunursa, tedbirine ve korunma hususunda, kudretine yaslanmış olmaz. Tedbir, kuvvetin yaratanına yaslanmak demektir.
Zünnûn-i Mısrî'den tevekkülüm mânâsı sorulduğunda cevap olarak demiştir ki: 'Allah'tan başka bütün bâtıl rableri atmak ve sebepleri kesmektir!'
Bu bakımdan bâtıl rableri atmak, Tevhîd ilmine, sebepleri kesmek ise, amellere işarettir, Zünnûn-i Mısrî'nin sözünde, her ne kadar lâfzın zımnında varsa da açıkça hale dokunmak yoktur. Bunun üzerine ona denildi ki: 'Biraz daha izah eder misiniz?' Cevap olarak şöyle dedi: 'Nefsi kulluğun ahkâmına atmak ve rubûbiyet davasından çıkartmaktır!' Bu ise, sadece kuvvetten teberri etmeye işarettir.
Hamdün (b, Ahmed b. Ammâre) el-Kassar'a tevekkül soruldu. Dedi ki: '(Tevekkül şudur) eğer senin 10.000 dirhemin varsa, aynı zamanda üzerinde bir danik de borç varsa ölüp de o borcun üzerinde kalacağından emin olmamandır. Eğer boynunda 10.000 dirhem borç varsa ve ona karşılık birşey bırakmazsan, onu ödemek hususunda Allah'tan ümidini kesmemendir'. Onun bu sözü, sadece Allah'ın kudretinin genişliğine ve kudret dahilindeki şeylerde şu görünen sebeplerin haricinde daha nice gizli sebeplerin bulunduğuna inanmaya işarettir.
Ebu Abdullah (Muhammed b. Ahmed) el-Karaşî'ye tevekkül soruldu. Dedi ki: 'Tevekkül, her durumda Allah Teâlâ ile irtibat kurmaktır'. Soran 'Bana da izah eder misin?' deyince şöyle dedi: 'Başka bir sebebe vardıran sebebi terketmektir ki bunu sevk ve idare eden hakkın ta kendisi olsun!'
Birinci cevap, üç makamı da kapsamına almaktadır. İkinci cevap ve tarif ise, sadece en yücesi olan üçüncü makama işarettir. Bu tevekkül, Hz. İbrahim'in (a.s) tevekkülü gibidir; zira Cebrail (a.s) ona 'Bir şeye ihtiyacın var mı?' diye sorunca dedi ki: 'Sana ihtiyacım yoktur!' Zira Cebrail'in suali İbrahim'i korumak gibi, başka bir sebebe götürücü bir sebeptir. Bu bakımdan İbrahim (a.s) bunu 'Eğer Allah dilerse Cebrail'i bu hususta musahhar eder. Öyleyse bunu bizat sevk ve idare eden Allah'tır' hakikatine güvenerek terketti. Bu hâl, Allah'ı gördüğünden dolayı nefsinden geçmiş, Allah'ın beraberinde başkasını görmemiş ve öylece kalakalmış bir kimsenin halidir. Bu hâl, esasında vukûu pek nadir bir haldir. Eğer olursa, devamlılığı, oluşundan daha uzak ve daha nadir bulunan bir durumdur.
Ebu Said (Ahmed b. İsa) 'Tevekkül, sükûnetsiz sallantı ve sallantısız, sükûnettir!' demiştir.
Onun bu tarifiyle, ikinci makama işaret etmesi mümkündür. Bu bakımdan kişinin sallantısız sükûneti, kalbin vekile karşı sükûnete kavuşmasına ve güvenmesine işarettir. Sükûnetsiz sallantı ise, kalbin vekile sığınması, çocuğun annesinin önünde sallanması ve annesinin kendisi hakkında tam şefkate sahip olduğuna kalben inanması gibi vekilin huzurunda yalvarmasına işarettir.
Ebu Ali (Hasan b. Ali) ed-Dekak şöyle demiştir: Tevekkül üç derecedir:
A) Önce tevekkül,
B) Sonra teslim olmak,
C) Sonra tefvîzdir.
Tevekkül sahibi bir kimse Allah'ın va'dine güvenir. Teslim olan bir kimse ilmiyle iktifa eder. Tefviz sahibi ise, hükmüne razı olur.
Bu söz kendisine bakılana nisbeten kişinin bakış derecelerinin değişik olmasına işarettir; zira ilim esastır. Va'd ona tâbi olur. Hüküm ise, va'de tâbidir. Tevekkül sahibi bir kimsenin kalbine bunlardan birinin mülâhazasının hâkim olması, uzak bir ihtimal değildir. Bu söylediklerimizden başka, şeyhlerin tevekkül hususunda daha nice sözleri vardır. Biz onları nakletmekle kitabı uzatmayalım; zira keşif, düşünce ve nakilden daha faydalıdır. İşte buraya kadar söylediklerimiz, tevekkül haliyle ilgili olan şeylerdir. Rahmet ve lütfuyla muvaffak kılan Allah'tır.
Kaynak : İhya-u Ulumiddin - İmam Gazali